KONTRAKSİYON (CONTRACTION,
BÜZÜLME-BURUŞMA) TEORİSİ:
Kontraksiyon
teorisinde, ilk zamanlarda
ergimiş-sıcak
bir küre durumunda olan yeryuvarının zaman içinde sürekli olarak soğumakta,
büzülmekte ve buruşmaktadır. Bu
kapsamda, öncelikle yeryuvarının dış kısmının yani kabuğunun soğuyarak
katılaştığı ve devam eden jeolojik süreçler boyunca da soğumaya ve büzülmeye
devam ettiğini benimser. Zaman içinde soğuk ve katı olan kabuk kısmı soğuyup
büzülmeye devam eden iç kısma bol gelmeye başlamış ve ona uyum sağlayabilmek
için buruşup-kırışmak, çökmek, kırılmak zorunda kalmıştır.
Yeryuvarının başlangıçta sıcak
olup, zamanla soğuyarak büzüldüğü, hacminin küçüldüğü görüşü ve zamanla dış
kısmında katı bir kabuğun oluştuğu 17 inci yüzyılda Descartes (1644) ve Newton
(1681) tarafından kabul görmüş olup, ilk kez James Hall
(1812) tarafından 19 uncu yüzyılda jeolojiye uyarlanmıştır. Görüş aynı
yüzyılda, Dana (1813), Suess
(1885) ve Heim
(1878) tarafından desteklenmiştir.
Teori, 20 inci yüzyılın başlarında Kober (1921) ve Bucher
(1933) gibi jeologlar tarafından
geliştirilmiştir.
EKSPANSİYON (GENİŞLEME-BÜYÜME)
TEORİSİ:
Hilgenberg
(1933) yeryuvarı hacminin termik (ısısal) genişleme nedeni ile sürekli olarak
büyüdüğünü somut bir kavram olarak ileriye sürmüştür. Genişlemeye bir başka
neden olarak ta yoğunluğu yüksek olan yüksek basınç fazındaki maddelerin
yoğunluğu daha az olan düşük basınç
fazındaki maddelere dönüşmesi olarak
düşünülmüştür. Egyed
(1960) , yerin çekirdeğinin bir kısmının Güneş sistemine ait stabil olmayan duraysız
maddelerden oluştuğunu ve bu maddelerin yavaş yavaş stabil hale gelirken hacimlerininde
arttığını ileri sürmüştür. Carey
(1958-1976), teoriyi jeolojik açıdan ele alarak, kıtalar üzerindeki ve okyanus
diplerindeki açılamlardan
(graben ve rift
vadileri) yeryuvarının gittikçe
genişlemekte olduğunu ısrarla savunmuştur. Carey’e göre
yer başlangıçta soğuk bir toz bulutu halinde olup, günümüze kadar sıcaklığı
sürekli olarak artmış ve bu termal genişlemeye bağlı olarak da yerin hacmi
sürekli olarak artmıştır. Ancak bu teori kıvrımlı sıradağların oluşumunu
açıklamada yetersizdir.
OSSİLASYON TEORİSİ:
Ossilasyon teorisi, 1930 yılında E. Haarmann tarafından ileriye sürülmüş olup,
yer içindeki maddelerin derinlerdeki magmanın yoğunluk ve faz farkından ileriye
gelen diferansiyasyonu nedeniyle önemli ölçüde yer
değiştirmesi ve buna bağlı olarak da bozulan izostatik-hidrostatik dengenin yeniden
sağlanabilmesi için katı yerkabuğunda yer yer yükselip-alçalmaların, kabarma
–çukurlaşmaların diğer bir deyişle Ossilasyonun (oscillation) meydana gelmesi olayı dır.
Bu şekilde yükselen kabaran büyük hacimli bölgeler Haarmann tarafından ‘’Geotümör’’ olarak , çkurluklar ise ‘’Geodeprasyon’’ olarak isimlendirilmiştir’.
KONVEKSİYON AKINTILARI TEORİSİ:
1906 da Ampferer
tarafından ortaya atılmış ve Heritsch
(1914), Schwinner
(1919), Holmes
(1933), Cloos
(1936) ve Kraus
(1936) tarafından geliştirlen bu
teoriye göre, yerin içi ve yeryüzünün sıcaklığı arasındaki ısı farkı yerin
manto kesiminde yılda birkaç santimetre hızla hareket eden bir konveksiyon
akıntısı oluşturmakta ve bu hareket sürtünme ile yerkabuğuna iletilmektedir.
Bir başka deyişle, manto kesiminde çok yavaş akan maddeler, yerkabuğundaki
hareketlere aktif olarak katılmakta ve
büyük tektonik yapıların oluşmasına neden olmaktadır.
Özetle konveksiyon akıntısını
oluşturan ve onu sürekli olarak hareket
halinde tutan enerjinin kaynağı yerin sıcaklığı ve gravitasyon
etkisidir.
Periyodik bir hareket olup hızı
zaman zaman artar veya azalır.
Teoriye göre; aşağı doğru bir
akıntı üzerinde bulunan kara parçası
önce çukurlaşır ve bir jeosenklinal oluşturur. Daha sonra jeosenklinal
içinde biriken çökeller yanlardan gelen sıkışma kuvvetleri ile daralır ve tortullar
kıvrımlanırlar ve
iki tarafa devrik naplı
sıradağlar oluştururlar.