1952 Aralık ayının ilk haftasında, Londra'da hava öylesine durgundu ki bulutlar güneş
ışığının büyük bir bölümünü geriye yansıtmaktaydılar. Nem oranı birden %80'lere kadar
fırlamış ve sıcaklık öğlen sırası -1C'ye kadar düşmüştü. Kalın bir sis tabakası oluşmuş,
soğuk ve rutubet evlerin daha fazla ısıtılmasını gerektirmişti. Evlerde kullanılan yakıt
genelde kömür olduğundan, kül, SO2 ve is (kurum) miktarı oldukça artmıştı. Durgun hava
sadece evlerden gelen değil otomobillerden çıkan zararlı partiküllerle dolmuştu. Krizin
doruğa ulaştığı dönemde, görüş mesafesi oldukça düşmüş öyle ki otomobiller gündüz
sırasında bile farlarını yakmak zorunda kalmışlardı. 4 - 10 Aralık tarihleri arasında, hava
kirliliğinden yaklaşık 4000 kişi ölmüştü. Sis kuşatması nihayet havanın değişmesine neden
oldu ve böylece hava kirliliği biraz olsun azaldı. İnsanoğlunun neden olduğu bu problemi
çözen insan faaliyetleri değil yine doğanın ta kendisiydi. Sanayi devriminin başlangıcından
bu yana ve hatta daha önceleri, insanlar Londra ve diğer büyük şehirlerde yaşamları
sürdürmekteydi ancak yanlış olan bir şey vardı.
Atmosferimiz büyük miktarda kirliliği absorbe etme kabiliyetine sahiptir. Kirletici
maddelerin başına üç şey gelebilir: rüzgarlar ile taşınabilir, yağış ile yeryüzüne inebilir veya
kimyasal olarak atmosferdeki zararsız maddelere dönüşebilirler.
1952 Londra sis krizinde, SO2'in atmosferdeki ortalama bulunma süresi yaklaşık 5
saatti ve SO2 atmosfer tarafından hızlı bir şekilde dönüşüme tabii tutuldu. Durgun hava
şartları evlerde yakılan kömür ve otomobillerde yakılan benzin ile birleştiğinde, atmosferin
kirliliği yok etme veya kirletici maddeleri başka bileşiklere dönüştürme gücünü aşmış ve
hatta SO2'i ortadan kaldırıcı hızlı doğal mekanizmalar bile işlemez hale gelmişti. Bunun
sonucunda, SO2 havada asılı kalmış ve sis asidik bir özellik kazanmış ve özellikle yeşil
habitat başta olmak üzere insan ve diğer organizmaları olumsuz şekilde etkilemiştir.